Öfke insanın hayatta kalmasını sağlayan temel savunma mekanizmalarından biridir. Ancak kontrol edilemeyen öfke kişinin kendisine ve çevresine zarar verebilir. Bazı bireyler çeşitli nedenlere bağlı olarak öfkesini kontrol etmekte zorlanabilir. Bu durum kişinin başta kendisi olmak üzere yakın çevresine ve topluma zarar vermesine neden olur. Bu nedenle her bireyin öfke kontrolü nasıl yapılır sorusunun cevabını bilmesi sosyal hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için gereklidir. Öfke kontrolü sorunu olan bireylerin bu sorunu görmezden gelme, inkar etme ya da çözümünü erteleme gibi davranışlar sergilememesi önemlidir. Gerekli durumlarda bir psikolojik danışmanın yardımına başvurulmalıdır. Bireylerin öfke kontrolü sağlayamaması ani öfke patlamalarına ve buna bağlı olarak kişinin çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşmasına neden olur. Bu bireyler kendilerine ve çevrelerine psikolojik ve fiziksel olarak zarar verebilir. Bunun sonucunda suçluluk psikolojisi, mutsuzluk, depresyon gibi psikolojik sorunlarla karşılaşır. Aynı zamanda bu bireyler çoğunlukla sağlıklı sosyal ilişkiler geliştiremez. İş hayatı, aile hayatı ve arkadaşlık ilişkilerinde çeşitli sıkıntılar yaşar. Neden öfkeleniriz?Öfke insanın hayatta kalma mekanizmalarından biridir. Diğer duygularda olduğu gibi çeşitli biyolojik, fizyolojik ve psikolojik süreçlerin sonunda ortaya çıkar. Öfkelenen bireyin adrenalin ve noradrenalin seviyesi artar. Buna bağlı olarak kalp atışı ve kan basıncı yükselir. Adrenalin hormonu heyecan, korku gibi durumlarda da salgılanan ve insanın fiziksel ve zihinsel kapasitesini artıran bir hormondur. Öfkenin kaynağı genellikle çevresel etmenlerdir. Sosyal hayatta bireyin hoşuna gitmeyen bir davranış, iş hayatında stres ya da otobüsü kaçırmak, bir eşyasını kaybetmek gibi görece küçük sorunlar da öfkenin kaynağı olabilir. Kimi durumlarda öfke tamamen bireyin kendi psikolojisinden kaynaklanabilir. İçgüdüsel olarak öfkeli insan, bu duyguyu saldırgan bir biçimde ifade etme eğilimindedir. Bu eğilim vahşi doğada insanın hayatta kalmasını sağlayan bir güdü olmakla birlikte modern çağlarda bireylerin sosyal ilişkilerini olumsuz etkiler. Bu nedenle öfkeyi ifade etmek için saldırgan bir tutum yerine savunucu bir tutum takınılmalıdır. Öfkenin bastırılması ya da inkar edilmesi bireyin kendi psikolojisinde ciddi hasara yol açabilir. Bu nedenle öfke bastırılmamalıdır. Öfke kontrolü sağlayamayan bireylerin bu davranışları çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Ancak genel eğilimleri belli başlıklar altında toplamak mümkündür. İki uçlu düşünme, aşırı genelleme, olumsuz süzgeç, zihin okuma, etiketleme, kişiselleştirme gibi eğilimler öfkeyi kontrol edememeye yol açan davranış biçimleridir. Öfke kontrolü nasıl yapılır?Öfke kontrolünde başarılı olabilmenin ilk koşulu bireyin öfke kontrolü konusunda sorun yaşadığının farkında olmasıdır. Bu durumu kabullenmeyen, bastıran ya da inkar eden bireylerin öfke kontrolü sorununu çözmesi mümkün değildir. Bu nedenle birey öncelikle öfke kontrolü sorunu yaşadığı kabul etmeli ve bu sorunun çözümü için duygularını tanımaya çabalamalıdır. Hangi durumlarda öfkelendiği, nasıl tepkiler verdiğini ve bu tepkileri nasıl yöneteceğini keşfeden birey öfkesini kolaylıkla kontrol eder. Öfke anında bireyler olayları aşırı uçlarda düşünme eğilimindedir. Genellikle uç sonuçlara vardırılan, abartılı ve gerçekçi olmayan sonuçlar çıkarma eğilimindedirler. Birey bu gibi durumlarda öfkesini tetikleyen olumsuz düşüncenin mantıki sınırlarını irdelemelidir. Bu sayede öfkesine neden olan çıkarımların doğru olmadığını fark eder ve öfke kontrol altına alınır. Bireyin aşırı duygusal ve savunmacı tepkiler vermesi de öfkenin bir diğer kaynağıdır. Karşı tarafı suçlamak bireyin öfkesini haklı bulmasına neden olur ve saldırgan tavırlarla sonuçlanır. Bu nedenle öfke anında savunmacı ya da karşı tarafı suçlayıcı ifadelerden kaçınılmalıdır. Birey öfke kontrolü sağlayamayacağını fark ettiğinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmalıdır. Sakinleştikten sonra öfkelenmesine neden olan etkenleri irdelemeli ve mantık çerçevesinde değerlendirmelidir. Bu sayede içinde bulunduğu durumu sağlıklı bir şekilde çözer. Gelecekte karşılaşacağı benzer durumlara karşı hazırlıklı olur.
0 Comments
Her ne kadar pek çok hastalık kötü olsa da, özellikle psikolojik hastalıklar kişinin hem kendisine hem de çevresine zarar vermesi açısından oldukça tehlikeli olabilmektedir. Her ne kadar modern dünyaya ayak uydurmak oldukça zor ve travmalar ile karşılaşmak mümkün olsa da herkes aynı seviyelerde psikolojik rahatsızlıklar yaşamaz. Travmaların şiddetli olduğu durumlarda en tehlikeli psikolojik hastalıklar görülür. Alis Harikalar Diyarında Sendromu (Todd Sendromu)Bu ilginç ve en tehlikeli psikolojik hastalıklar listesinde yer alan sendrom, kişinin uykuya dalması sırasında ya da uykudan uyanınca, eşyaların olduklarından daha küçük ya da büyük algılanmasına neden oluyor. Bu durumdan rahatsız olanlar odanın ya da eşyaların yer değiştirdiğini, uzaklaştığını ya da yakınlaştığını düşünmektedirler. Bu durum görme, dokunma ve duyma gibi uzuvlar ile ilgili olduğu kadar fiziksel olarak hiçbir rahatsızlığı olmayan kimselerde de yaygın olarak görülen bir hastalık özelliği taşımaktadır. Apotemnophilia (Vücut Bütünlüğüne İlişkin Kimlik Bozukluğu)Kişinin kendisini son derece kötü hissetmesine neden olan bu bozukluk, yabancı uzuv sendromu olarak da bilinmektedir. Bu rahatsızlığı yaşayan kimseler, vücutlarının sağlıklı bölümlerini sadece kendilerine yabancı geldiği için kesmek istemektedirler. Psikolojik bir bozukluk olan bu durum için gerekli tedavi önlemleri alınmadığı durumlarda kişiler kendilerine ölümcül zararlar verebilmektedirler. Fakat etraflarına da anlatmaktan kaçındıkları için bu sendromu yaşayan kimselere ulaşmak oldukça zor olabilmektedir. Boanthropy (Öküz Sendromu)Nadir görülmesine rağmen psikolojik olarak rahatsızlık verici olan bu durumda kişiler inek ya da öküz olduklarını düşünürler. İnekler gibi tarlalarda otlayan ve bunu iç güdüsel olarak gerçekleştirenler, sürünün bir üyesi gibi hareket ederler. Bunu yapma sırasında yaptıkları eylemin genelde farkında olmadıkları için saatlerce bu eylemi devam ettirebilirler. Hastalık hakkında neden kaynaklandığı ya da tedavisinin nasıl olduğuna dair henüz yeteri kadar veri bulunmuyor. Capgras Sendromu (Sahtekar Sendromu)Tanıdıkları kimselerin yüzlerinin sahtekarlar tarafından değiştirildiğini düşünmek olan bu sendrom, tanıdıklarının yerine başka birilerinin geçtiklerine inanırlar. Yer yer korkutucu ve tehlikeli olan bu durum, böylesi bir rahatsızlıktan muzdarip olanlar için genelde karşı tarafa zarar vermekle sonuçlanabilmektedir. Çünkü sevdiğinin yerine bir başkasının onu ele geçirdiğini düşünen kişi, asıl sevdiğini kurtarmak için “sahtekar” ile mücadele etmeye başlayacaktır. Şizofreniye varma noktasında bir geçiş aşaması olarak da görüldüğü için mutlaka tedavi edilmesi gerekmektedir. LikantropiKişinin kendini tamamen bir kurt olduğunu sanması olan bu sendrom, kişilerin ormanda ve dönüştüklerini sandıkları hayvanlar ile yaşama istekleri ile sonuçlanmaktadır. Kişilerin sağlıkları için, son derece tehlikeli olan bu rahatsızlığın tedavi edilmesi gerekmektedir. Ancak tedavisi için temel yöntemler ile sonuç almak oldukça zordur. Freud’un dahi Kurt Çocuk Hans vakasında bu rahatsızlık başına gelmiş ve en tehlikeli psikolojik hastalıklar arasında yerini almıştır. Kaygı, insan hayatının normal bir parçasıdır. Günlük hayatta herkes farklı konularla ilgilenebilir. İş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aile ile ilgili sorunlar birçok insanı endişelendirebilir. Aslında kaygı bir dereceye kadar günlük sorunlarla başa çıkmaya ve tehlike durumunda hızlı kararlar almaya hazır olmamızı sağlar. Normalde, bu tür anksiyete hafiftir ve idare edilebilir. Yaygın anksiyete bozukluğu nedir daha detaylı açıklayalım. Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu nedir?Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişilerde “durumla bağdaşmayan, sürekli, aşırı bir anksiyete durumu” vardır. Aşırı kaygı kişinin günlük yaşamını olumsuz etkilemekte ve hatta olağan yaşam aktivitelerine devam etmesine engel olmaktadır. Bu insanlar her durumda olabilecek en kötü sonucu düşünürler, her şey kontrollerinin ötesinde olduğunu ve iyi bir olasılık olma ihtimalini reddederek geri dönüş olmayacağını düşünürler. YAB’deki aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile, para veya iş gibi konularla ilgilidir. Kontrol edilemeyen kaygı hali en az altı ay boyunca neredeyse her gün mevcuttur ve gün boyunca devam eder. YAB’nin yaşam boyu yaygınlığı% 5-6’dır. Yani her 100 kişiden 5-6’sı hayatının herhangi bir anında bu rahatsızlığı yaşayabilir. Anksiyete duyarlılığı yaşla birlikte artar. YAB, yaşlılıkta en sık görülen hastalıklardan biridir. Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir?Aşırı ve kontrol edilemeyen anksiyetede çoğu zaman kişi kaygısının aşırı olduğunun farkındadır, ancak kaygısını kontrol edemez ve sakinleşemez. Bu kişilerin çevrelerinde “aşırı derecede endişeli” oldukları biliniyor. Yorgunluk, dikkat eksikliği ve konsantrasyon güçlüğü, en ufak bir sese kolayca açlık, uykuya dalamama ve gece sık sık uyanma diğer önemli belirtilerdir. YAB’ye genellikle fiziksel bir hastalık varmış gibi ortaya çıkan bazı fiziksel semptomlar eşlik eder. Bu semptomlar; gereksiz yorgunluk, baş ağrısı ve kas ağrıları, yutma güçlükleri, titreme ve seğirmeler, terleme, tahammülsüzlük, bulantı, baş dönmesi, sıcak basması gibi fiziksel şikayetlerdir. Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nasıl Oluşur?YAB’nin gelişiminde stres önemli bir rol oynar. YAB, çocukluk ve genç yetişkinlik arasında başlar, yavaş ve sinsice gelişir. Hastalığın semptomları periyodik olarak artış veya azalış gösterir. Stresli yaşam olayları olduğunda semptomlar genellikle kötüleşir. Hastalar genellikle yorgunluk, gerginlik, kas ağrısı ve baş ağrısı gibi fiziksel semptomlar nedeniyle psikiyatri hekimlerine başvurur ve doğru teşhis ve uygun tedavi gecikebilir. Yaygın Anksiyete Bozukluğu Tedavi Edilebilir mi?YAB, tedavi edilebilir bir hastalıktır. Yapılacak ilk şey bir psikiyatriste başvurmaktır. Tedavi gören YAB hastalarının çoğu tedaviden olumlu geri dönüşler almaktadır. Psikoterapi veya ilaç tedavisi uygulanabilir. Bu yöntemlerden birinin veya birkaçının etkili olduğu gösterilmiştir. Bir kişiye uygun tedavi bir başkası için uygun olmayabilir. YAB tedavisinde antidepresanlar ve anksiyolitik ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar ayrıca depresyon ve diğer anksiyete bozukluklarını tedavi etmek için kullanılır. YAB’de etkili oldukları iyi bilinmektedir. Tedavinin amacı kaygı ve gerginliği hızlı bir şekilde tedavi etmektir. YAB’de anksiyeteyi gidermek için kullanılan benzodiazepin grubu ilaçlar yeşil reçetelerle verilmektedir. Bu grup ilaçlar ancak “doktorunuzun önerdiği doz ve sürelerde” kullanıldığında etkili ve güvenli bir şekilde kullanılabilir. İlaç tedavisinin etkisi birkaç haftadan önce başlamayacaktır. İlaç tedavisi semptomlar tamamen düzelene kadar devam etmelidir. Tamamen iyileştikten sonra tedaviye en az 1 yıl daha devam edilmelidir. Yaygın anksiyete bozukluğu nedir detaylı bir şekilde açıkladık. Einstein izafiyet teorisi nedir? İzafiyet teorisi, Albert Einstein tarafından gerçekleştirilen ve 20.yy’a damgasını vuran önemli bilimsel çalışmalardan biridir. Teori, bir çok bilinen gerçeği değiştirmiştir. 20. Yüzyılın Özellikleri 20. Yüzyıl pek çok gelişmenin bir arada yaşandığı, bilim ve teknolojinin hamle yaptığı bir zaman dilimi olarak değerlendirilir. Bilim ve felsefe alanında yapılan çalışmalar insanın evreni ve kendisini anlama gayretinin bir sonucudur. İnsan evrendeki yerini anlamak, evreni tanımlamak için bilim ve felsefe konusunda daima kendini geliştirici bir çaba sergilemiştir. 20. Yüzyıl modernizm hareketinin devamı niteliğinde gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Bu yüzyılda pek çok konuda çalışmalar yapılmış, yeni icatlar yüzyıla damgasını vurmuştur. Dahiler yetiştiren bir yüzyıl oluşu da ayrıca belirtilmesi gereken bir husustur. Bu yüzyılda fizik ve kimya bilimleri de yaşanan değişim ve gelişmelerden nasibini alarak önemli çalışmalar için kaynak teşkil etmiştir. Bu yüzyılın başında gerçekleşen olaylardan biri de Einstein’in, Newton’un mutlak zaman ve mekân konusundaki çalışmalarını değiştiren teorisi olmuştur. Albert Einstein Kimdir?1879 yılında dünyaya gelen Albert Einstein, Yahudi bir aileye mensuptu. Gençlik yıllarını Munich’te geçirmiş olan Einstein, Katolik mektebinde eğitim almıştır. Yüksek tahsilini Zurich’te tamamlamıştır. Teorik fizik alanında çalışmalar yapan Einstein, profesörlük ünvanını 1911 yılında elde etmiştir. Nobel Fizik Ödülü’nü 1921 senesinde almıştır. Nobel Fizik Ödülü’nü kendisine kazandıran başarısı fotoelektrik etkisini açıklayan çalışmasıdır. Albert Einstein 1955 yılında rahatsızlanarak yaşama veda etmiştir. Eintein pek çok konuda bilimsel çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarından biri de özel görelilik kuramı da denen izafiyet teorisidir. Einstein’a göre ışık hızı sabitti ve izafi olaylar arasında mekân zaman ve hareket kavramları vardı. Einstein bu teorisi vasıtasıyla Newton fiziği tarafından öne sürülen kuralları yerinden oynattı . Einstein’in ortaya koyduğu yeni bir bakış açısıydı ve bu yeni yöntem bilim dünyasında etkileyici bir yer edindi.
1915 yılına gelindiğinde Einstein genel izafiyet teorisini yayınlıyordu. Bu teori doğrultusunda kütlesel çekim kuvveti de işin içine giriyordu. Einstein kütle çekim kuvvetini uzay-zamanın o güne kadar bilindiği gibi düz olmadığı ve eğri olduğu savı doğrultusunda izah etti. Einstein’a değin bilimsel mecrada kütle ve enerji kavramları birbirinden bağımsız bir şekilde ele alınmış ve bu olguların birbirinden farklı olarak değerlendirilmesi uygun görülmüştür. Einstein tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar sonucunda o güne değin bilinen gerçekler değişmiştir.
İzafiyet Teorisi ve Felsefe İzafiyet teorisi evreni matematiksel kanunlar çerçevesinde açıklama başarısını gösteren bir teori olarak bilimsel mecrada yerini almıştır. Teori, evrenin bir düzeninin olduğunu ve bu düzenin de insan zihninden bağımsız olarak hareket ettiğini açıklayıcı bir yaklaşım sergiler. Evrenin varlığı, başlangıcının olup olmadığı konuları izafiyet teorisi ortaya konana kadar akıl yürütme metodları ile açıklanmaya çalışılıyordu. İzafiyet teorisinin ortaya koyduğu verilerle çalışmalar yapan bilim insanları evrenin genişlemesi üzerine araştırmalar yaptılar.Bu çalışmalar Bing Bang Teorisi’ne giden yolun da başlangıcı oldu. Tüm bu gayretler de kozmogoni ekseninde değerlendirilen akıl yürütmelerin bilimsel bir temele dayandırılarak teoriye dönüştürülmesine yol açtı. Kozmogoni yani evrenin kökeninin ne olduğu sorusu Bing Bang adı verilen yeni bir teori ekseninde ele alınarak bilimsel mecrada incelemeye tabi oldu. Sokrates ve sofistlerin bilgi ve ahlak anlayışı özellikle Antik dönem felsefesini anlamak için son derece önemlidir. Bunun yanında Orta Çağ’da kilise egemenliğinde görülecek olan felsefi akımında da anlaşılması üzerine etkili olmaktadır. Sokrates ve sofistlerin felsefesi anlaşıldığında felsefede bilgi ve ahlak algısının da nasıl şekillendiğini öğrenmek mümkün olmaktadır. Sokrates ve Sofistlerin YaklaşımıMilattan önce 6’ncı ve milattan sonra 2’nci yüzyıl felsefesinde hakim olan anlayış doğa filozoflarından sonra, insanın merkeze alındığı görüşler olmuştur. Bu tartışmaların bir tarafı sofistler bir tarafında ise Sokrates ve onun takipçileri gelmektedir. Bu yüzden Sokrates ve sofistlerin anlayışı iki ana ekol oluşturmuştur. Sofistlerin en genel tanımı; bir alanda uzmanlaşmış ve para karşılığında ders veren kimselerdir. Özellikle sofistler hitabet, retorik ve siyaset gibi alanlarda eğitim vermişlerdir ve ikna kabiliyeti yüksek kimselerdir. Bilgi konusunda kesinliğin olmadığını ve bu yüzden kesin bilgi arayışının da nafile bir çaba olduğunu savunmuşlardır. Sokrates ise böylesi bir bilginin var olabileceğini ve ahlaki bilgilerin de bu türden bilgiler olduğunu savunmuştur. Sofistler ve Sokrates arasındaki mücadele temelde bu görüş üzerinden şekillenmiştir. Sofistlerin TutumuSofistlere göre insanlar duyular yoluyla bilgi edinmekte ve bu yüzden de algılarda yanılsama içindedirler. Örneğin suya batırılan bir çubuğun düz olmasına karşılık kırık şekilde görünmesi böylesi bir yanılsamadan kaynaklanmaktadır. Bilgi edinme içinde duyulara başvurmak, edinilen bilginin hatalı olmasını göstermektedir. Bu yüzden her zaman geçerli olan kesin bir bilgi mümkün olmamaktadır. Duyular ile algılandığı için sofistlere göre bilgi göreceli bir niteliğe sahip olmaktadır. Bu bakımdan ünlü sofist Protagoras “insan her şeyin ölçüsüdür” derken bilginin doğru ya da yanlış olmasını tamamen kişinin algısına bağlamaktadır. Aynı şekilde Gorgias da “hiçbir şey yoktur, olsa da bilemeyiz ve bilsekte aktaramayız” sözüyle bu görüşü özetler. Bilgi görüşlerinde olduğu gibi ahlak görüşlerinde de sofistlerin göreceliliği temel aldıkları görülür. İyi ve kötünün insanın kendinde anlam kazanır ve onlara göre herkesin uymak zorunda olduğu bir yasa mümkün değildir. Sokrates TutumuSofistlerin temel görüşlerine karşılık Sokrates ve takipçileri “sorgulanmayan yaşam, yaşam değildir” sözüne sıkıca bağlıdırlar. Bu bakımdan her şey sorgu konusu yapılır, eleştiri süzgecinden geçirilir ve fikir tartışmalarına olanak sağlar. Sokrates’in ahlak görüşü, Platon ve Aristoteles gibi filozofları çok fazla etkilemiştir. Günümüz bakımından da evrensel ilkeler taşımaktadır. Sokrates’e göre insan, aklını kullanarak iyi ve kötüyü ayırt edebilir, bu yüzden ahlaki doğrular vardır ve göreceli değildirler. Bilgi olduğunda, ahlaklı ve erdemli olmak da mümkün olacaktır. Kötülük sadece bilgisizlikten kaynaklanır ve bilgiyi elde ettikçe insanda bir iyileşme, ahlaklı olma durumu söz konusu olur. Bu yüzden Sokrates ve sofistlerin bilgi ve ahlak anlayışı birbirlerinden farklılık göstermektedirler. Pek çok alanda araştırma yapmak için literatür taraması nasıl yapılır sorusunun yanıtı bulmak gerekmektedir. Gerek herhangi bir konuda araştırma yapmak gerekse tez, ödev ya da daha kapsamlı çalışmalardan istifade etmek ve o alanda yapılmış olan çalışmaları görmek için literatür taraması hakkında bilgi sahibi olunması gerekmektedir. Literatür Taramasının Önemi Nedir?Literatür taramasının önemi bilimsel düşüncenin hangi aşamalardan geçtiğini ve yapılan çalışmada hangi kaynaklardan faydalanacağını bilmek açısından önemlidir. Literatür taraması, inşa edilecek olan bir düşüncenin ya da tezin temel sac ayakları olarak görülmelidir. Bu bakımdan üzerine koyulacak olan düşünceler, literatür taraması ne kadar sağlam ve kapsamlı olursa, o denli daha fazla başarılı ve tutarlı olabilecektir. Bu bakımdan literatür taraması yapmadan herhangi bir çalışma ya da teze başlamak çalışma ilerledikçe büyük sorunlar doğuracaktır. Literatür taraması yaparak konuya her yönden vakıf olabilir ve konuyu verimli bir şekilde çalışabilir, yeni şeyleri ortaya çıkarabilirsiniz. Aynı zamanda kendi çalışmanız için zayıf ve güçlü yönleri de daha iyi bir şekilde görebilirsiniz. Literatür Taraması Hangi Yöntemler ile Yapılır?Literatür taraması yapmak için öncelikle belirli yöntemler bulunmaktadır. Bu adımları takip ederek doğru bir tarama yapabilirsiniz;
Tarihsel olarak her ne kadar Türk resminden söz etmek mümkün olmasa da özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra alanında ünlü Türk ressamları ve eserleri oluşmuştur. Osmanlı’nın son döneminden başlayan ve Cumhuriyet döneminde zirveye ulaşan ressamlar, pek çok sanat akımında eserler vermişlerdir. Hoca Ali Rıza (1858 – 1930)Ünlü Türk Ressamlar ve eserleri listesinin başında gelen ve çok erken bir dönemde resme başlayan Hoca Ali Rıza, özellikle manzara resimleri ile bilinmektedir. Empresyonist çizgilerin hakim olduğu tabloları oldukça zengin ve canlı renklere sahiptir. Resimlerinde şiirsel bir üslubun olduğu görülen Hoca Ali Rıza’nın eserlerinde mavi ve yeşil tonlar ağırlıkta olmaktadır. Göl Kenarı eseri oldukça meşhurdur. Şeker Ahmet Paşa (1841 – 1907)Türk resmi için son derece önemli olan Şeker Ahmet Paşa, geometrik açıdan farklı eşyaları bir araya getirdiği eserleri ile tanınmaktadır. En çok bilinen eserlerinin başında Narlar ve Ayvalar gelmektedir. Resmin gerçekçi duruşu, renklerin birbirleri ile uyumu hemen dikkat çekmektedir. Ayrıca genel olarak resimlerindeki renk zenginliği doğadaki gerçekçiliği daha iyi bir şekilde yansıtabilmesine olanak tanımaktadır. Paris’te bulunan Louvre Müzesi’ne resimleri kabul edilen ilk Türk ressamı da olan Şeker Ahmet Paşa’nın en çok eleştirildiği alan ise perspektif anlayışını tam olarak kavrayamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Osman Hamdi Bey (1842 – 1910)En çok bilinen Türk ressamları arasında yer alan Osman Hamdi Bey, özellikle Kaplumbağa Terbiyecisi eseri ile bilinmektedir. 1906 yılında yaptığı bu resim, Doğu kültürünü anlatmak için bir metafor olarak kabul edilmiştir. Bu tablo, özellikle ilham kaynağı olarak, çok geride kalmış bir topluma farklı bir kültür katmaya çalışan aydının yorgunluğu ve çaresizliği olarak yorumlanmaktadır. Kaplumbağaların kullanılmasının esin kaynağının ise Lale Devri’nde eğlenceler sırasında etrafa ışık saçsınlar diye kaplumbağaların üzerine mum yakarak, onları etrafta dolaştırma görüşü yaygındır. Osman Hamdi Bey kültürlü ve birikimli birisi olduğu için tablosunda tarihsel ve Avrupai tarzda etkilenmeleri doğrudan göstermiş ve hoş bir kompozisyon ile eserini tamamlayabilmiştir. Bir başka yorum ise sabırla ayakta dikilen terbiyecinin, sabır gerektiren bu zorlu işi karşılığında adeta kutsal bir görevi yerine getirmesidir. Buna göre sabır ederek, her şeyi başaracağını düşünen terbiyeci, bir şeylerin değişmesi için büyük zaman harcanması gerektiğini hatırlatmaktadır. Fikret Mualla (1903 – 1967)Avrupa tarafından da Türk ressamları arasında en çok tanınan isimlerden olan Fikret Mualla, kübik formları ile birlikte tam bir bohem ressamdır. Özellikle Caz Orkestrası isimli eseri canlı renkleri ile büyük bir beğeni toplamıştır. Resimde coşkulu bir müzikal ortamı tüm dinamik yapısı ile göstermiş olan Mualla, bu özellikleri ile birlikte kübik ve dışavurumcu detayları çok başarılı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır. Bu özellikleri ile birlikte ünlü Türk ressamlar ve eserleri arasında kendisine özel bir yer bulmuştur. Tiyatro tarihsel gelişim olarak dünyada çok eski zamanlara dayanmasına rağmen Türkiye coğrafyasında Osmanlı’nın geç döneminde oluşmaya başlamış ve Cumhuriyet dönemi tiyatro yazarları sayesinde de zirve noktasına ulaşmıştır. Farklı türdeki oyunları ve kurguları sayesinde dünya çapında da tanınır hale gelmiş tiyatro yazarları, Türkiye’de tiyatronun köklü bir hale gelmesine yardımcı olmuşlardır. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci:(1874-1935)1874 yılında doğmuş ve Cumhuriyet döneminde pek çok tiyatro eseri vermiştir. Eserlerinin her ne kadar çoğu uyarlama olsa da yaygın komedi eserleri kaleme almıştır. Komedi ve vodvil denilince ilk akla gelen isimlerden olmaktadır. Eserleri; Son Ateş, Aşk-Atik, Cereme, Dengi Dengine, Tecdid-i Nikâh, Gücü Gücüne Yetene, Fırsat Yoksulu, Kadın Tertibi. Musahipzade Celal (1868-1959)Cumhuriyet dönemi tiyatro yazarları arasında ilk akla gelen isimlerden olan Celal, çocukluğundan beri tiyatro ile ilgilenmiş ve pek çok tiyatro eseri kaleme almıştır. Modern anlatıları geleneksel anlatılar ile bir araya getirdiği tarzı geniş kesimler tarafından sevilmesini sağlamıştır. Özellikle yönetim, din ve adalet anlayışında görülen dengesizlikleri başarılı bir şekilde anlatmıştır. Eserleri; Gül ve Gönül, Balaban Ağa, Selma, Genç Osman, Gücü Gücüne Yetene, Kadın Tertibi, Kısmet Değilmiş. Cevat Fehmi Başkut: (1905-1971)Tiyatro yazarları arasında oldukça verimli olan Başkut, tiyatro yazarlığına çok erken yaşlarda başlamıştır. Günlük yaşamdan alınma konuları rahat bir şekilde işlediği tiyatro metinleri genelde tek boyutlu olmasına karşılık izleyiciler tarafından büyük beğeni toplamıştır. Aile hayatı, sosyal ilişkiler ve politika gibi konularda eser veren Başkut’un hemen hemen her eseri sahnelenmiş ve defalarca oynanmıştır. Eserleri; Göç, Soygun, Paydos, Harput’ta Bir Amerikalı, Sana Rey Veriyorum, Hacı Yatmaz, Dostlar, Kadıköy İskelesi. Aziz Nesin: (1915-1995)Özellikle sosyal eleştiri alanında önemli oyunları ile öne çıkan Aziz Nesin, hikayeleriyle benzerlik taşıyan ve komedi unsurlarının baskın olduğu tiyatrolar kaleme almıştır. Tiyatro çalışmalarına ilk kez 1939 yılında başlayan Nesin, toplumsal bozukluk ve çarpıklıkları eserlerinde işlemiştir. İnsanların dramını komedi ile anlatarak gözler önüne sermek isteyen Nesin, bu bakımdan evrensel değerleri de yakalamayı başarmıştır. Özellikle Üç Karagöz oyunu ile Türk tiyatrosuna da yeni açılımlar getirmiştir. Eserleri; Hakkımı Ver Hakkı, Tut Elimden Rovni, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Bir Kadın İçin Düet, Tek Yol, Pırlanta Bal, Üç Karagöz. Haldun Taner: (1918-1986)Türk tiyatrosuna büyük katkıları ile öne çıkan Haldun Taner, tiyatro eğitimini yurt dışında almış ve tiyatro alanında dersler de vermiştir. Türk tiyatro geleneğinin önemli bir kısmını oluşturan yazarlığı, özellikle Keşanlı Ali Destanı ile zirve noktasına oluşmuştur. Keşanlı Ali Destanı ilk yazıldığı günden beri defalarca oynanmış ve farklı kesimler tarafından büyük beğeni toplamıştır. Cumhuriyet dönemi tiyatro yazarları arasında öne çıkan Taner’in eserleri; Dışarıdakiler, Huzur Çıkmaz, Fazilet Eczanesi, Lütfen Dokunmayın gibi eserleridir. Bu yazımızda çok merak edilen konulardan olan Homo Sapiens Nedir, Homo Sapiens ne demek konusunu ele alacağız. Homo sapiens’in anlamı son insan türü yani modern insan demektir. Bugün dünyada yaşayan tüm insanlar dolayısıyla bu türün birer üyesidir ve homo sapiens’tir. Bu yüzden homo sapiens’in kökeni oldukça merak edilmekte, araştırılmakta ve tartışılmaktadır. Homo sapiens insan türünün üçlü olarak adlandırılmış alt türlerinden biridir. Homo sapiens, tükenmemiş tek insan alt türüdür. Düşünen insan anlamına gelen homo sapiens kelimesi günümüz modern insanını ifade eder. Ortalama 1350 cm³ beyin hacmi olana homo sapiensler uzun boyludur. Narin yapılı vücuda sahiptirler ve sıcak iklimde yaşamaya uygundurlar. Homo sapiens topluluklar yalnızca Afrika, Asya ve Avrupa kıtasına değil, Amerika ve Avustralya kıtalarına da yayılmışlardır. Homo Sapiensler Diğer Türlerden Nasıl Ayrılır?Homo sapiensleri diğer türlerden ayıran özellikler şu şekilde sıralanabilir:
Bu özellikler bugün yeryüzünde yaşayan bütün insanlara ait özelliklerdir. Modern insan yukarıda bahsedilen niteliklere sahip olduğundan homo sapiens türüne aittir. Homo Sapiens’in Kökeni Nedir?Homo sapiens’in çıkışı iki farklı model ile açıklanmaktadır. Bunlar:
Afrika’dan çıkış modeline göre homo sapiensler bundan yaklaşık 150 bin ile 200 bin yıl önce Afrika’da meydana çıkmış ve oradan Afrika dışına çıkmışlardır. Farklı çevresel koşullara uyum sağlayabilmeleri sayesinde homo sapiensler zamanda neanderthalensislerin yerine geçmişlerdir. Anatomik ve kültürel özellikleri farklı koşullara uyum sağlayabilmelerini kolaylaştırmaktadır. Çok merkezli evrim modeline göre ise homo sapienslerin kökeni 2 milyon yıl gibi çok daha eski dönemlere dayanmaktadır. 2 milyon yıl önce ortaya çıkan homo erectuslar Afrika, Asya ve Amerika’ya yayılarak bulundukları birçok merkezde bölgesel evrim geçirmişlerdir. Neandertaller ve homo sapiensler bu evrimin sonucunda meydana gelmiş insan türleridir. Bu model, bu insan grupları arasındaki bağın hiçbir zaman kopmadığını söyler. Yani bunlar arasındaki gen alışverişi daima devam eder. Homo Sapiens Sapiens Ne Demek ?Homo sapiens sapiens’in anlamı düşündüğünün üstüne düşünebilen insan anlamına gelir. Günümüz insanı bu alt türe aittir. Modern insanın homo sapiens sapiens olduğunu söyleyen ilk kişi René Descartes’tir. Yine de günümüzde modern insan homo sapiens olarak bilinir. Daha çok felsefik ve evrimsel bir tartışma olan insanın homo sapiens mi yoksa homo sapiens sapiens mi olduğu ikilemine şöyle bir cevap verilmektedir: Homo sapiens zeki ve düşünen insan anlamına gelir. 100 bin yıl önce yaşayan atalarımız homo sapienstir. Bizler ise homo sapiens sapiens’iz. Bilişsel devrim, tarım devrimi ve sanayi devrimi insanların zekalarıyla alakalıdır. Bilişsel devrim yaşayanlar homo sapiens‘tir. Tarım ve sanayi devrimini yaşayan insanlar ise daha zeki kabul edildiğinden homo sapiens sapienstir. Felsefe dünyasının en tanınan isismlerinden Friedrich Nietzsche bu alanda tanınan çalışmaları ve felsefeye yeni bakış açıları kazandırması sayesinde ismini bu kadar ön plana taşıyabilmiştir. 1844 yılında Almanya’da dünyaya gelen Nietzche, okul yıllarında başarılı bir öğrenciydi. Antik Yunan konusunda gösterdiği başarı sayesinde henüz 20’li yaşlarının başındayken, profesör unvanını alabildi. Okul hayatı iyi olsa da ailesiyle birtakım sorunları vardı ve sevdiği kadın tarafından reddedilmişti. Nietzche sözleri, yaşadığı bu sıkıntılar ve zorluklarla birlikte ortaya çıktı. Nietzche, 44 yaşındayken sahibi tarafından dövülen ve acı çeken bir at gördü. Turin sokaklarında şahit olduğu bu görüntü onun için belki de dünyaya dair gördüğü son görüntüydü. Ata doğru koşarak ona sarıldığı ve “Seni anlıyorum” dediği biliniyor. Daha sonra atın yanında çöküp kaldığı ve 11 yıl boyunca bir daha da hiç düzelmediği söyleniyor. Friedrich Nietzsche’nin SözleriFriedrich Nietzche’nin sözleri oldukça derin anlamlar ve yaşanmışlıklar içeriyor. En çarpıcı olan bazı Nietzche sözleri;
Nietzche Trajedinin Doğuşu, İnsanca Pek İnsanca, Böyle Buyurdu Zerdüşt, İyinin ve Kötünün Ötesinde gibi pek çok kitaba imzasını atmıştır. Kitaplarında insanlara gerçekte oldukları kişiyi olmalarını öğretmeyi amaçladığını söylemiştir. Nietzche sözleri incelendiğinde de sözlerin altında yatan anlamların birçoğundan bu çıkarılabilmektedir. Nietzche bu düşüncesini şu dört temel öneri etrafında toplamıştır; “Kıskançlığını itiraf et”, “Hristiyan olma”, “Asla alkol alma”, “Tanrı öldü”. |